Hikayelerim

Yeni Bir Hayat

Sabah mutlulukla açtı gözlerini İrem. Neredeyse bir yıldır bugünü bekliyordu çünkü bugün 18 yaşına giriyordu. Doğum günü kızı olarak her türlü şımarıklığı ve tembelliği yapabilirdi. Bu yüzden biraz daha yatakta gerinmeye, uyanmakla uyuklamak arasında gözleri kapalı şekilde dinlenmeye devam etti. Akşama katılacağı doğum günü partisi için enerji toplamak, geleceğe dair güzel hayaller kurmak için yatakta kalma süresini uzatmak istedi. İrem için önemli bir gündü,” artık daha 18 yaşına girmedin” cümlesini duymaktan kurtulacağı, seneye üniversiteye başlayacağı, heyecan dolu günler onu bekliyordu.

Geçen hafta üniversite sınavına girmişti ve beklediğinden de güzel geçmişti sınavı. İlk üç tercihi üniversiteden birine kesin gireceğine inanıyordu. Hayal ettiği gibi doğum gününe sınavı iyi geçmiş ve hedeflerine bir adım daha yaklaşmış biri olarak giriyordu. İrem’in hayali ve hedefi ise Tıp okumak, babası gibi doktor olmaktı. İrem’in babası başarılı bir kalp cerrahıydı, etrafındaki herkes ona çok saygı duyardı. İrem’de herkes gibi babasını hem çok seviyor hem de ona çok fazla saygı duyuyordu. Doktorluk mesleğini seçmesinde babasına duyduğu hayranlık büyük rol oynamıştı. Aslında İrem’in annesi de Tıp fakültesini bitirmişti. Babasıyla aynı sınıfta okumuştu ve büyük bir aşk yaşayan bu sevgi dolu çift ailelerinin itirazını rağmen okul bitmeden evlenmişlerdi. Annesi okulu bitirdiği sene İrem’e hamile kalınca TUS sınavına hazırlanamamış, sonrasında babasının yoğun ve uzun mesaili çalışma temposunda ailenin rahat edebilmesi için evde kalıp İrem’e bakmayı ve evin işleri ile ilgilenmeyi tercih etmişti. Birkaç kez denemesine rağmen sınavı kazanamayınca Aile hekimi seçeneğini de değerlendirmemiş kendisini tüm ailenin doktoru ve İrem’in özel doktoru olarak konumlandırarak çalışma hayatına hiç başlamamıştı. Babasının kazancı iyi olduğu için babası her zaman “bizim sana evde daha çok ihtiyacımız var hayatım, çalışmana ihtiyacımız yok” derdi.  Annesi doktorluk mesleğini yapamadığı için hiç üzülmüş müydü bilmiyordu, çünkü onlara hiç hissettirmemişti. Ama İrem doktor olmak istiyorum dediğinde mesleğini kesinlikle yapması gerektiği konusunda onunla uzunca bir konuşma yapmıştı. İlk kez o zaman acaba annem çalışmadığı için pişman olmuş muydu diye düşündü İrem. Hatta annesini babasının çalıştığı hastanede doktor olarak beyaz önlüğüyle hayal etti bir an…Muhakkak o da mesleğini yapsaydı başarılı bir doktor olurdu diye düşünmüştü.

Annesinin aşağıdan gelen sesiyle irkildi ve yataktan fırladı İrem. Kahvaltı sofrasına yetişmek için hızlıca elini yüzünü yıkayıp pijamalarıyla mutfağa koştu. Annesi bugüne özel sevdiği yiyeceklerle donatmıştı masayı. İrem evin tek çocuğu olarak hep anne ve babasının gözbebeği olmuştu. Anne ve babası minik kızlarının bu kadar büyümesinin mutluluk ve gururunu yaşamasının yanı sıra onun üniversiteyle birlikte yanlarından ayrılacak olmasının da hüznünü yaşıyorlardı.  İrem her zamanki gibi iştahla, her lokmasını sanki dünyanın en lezzetli yemeğini yiyor gibi keyifle çiğniyor ve bir yandan da hiç durmadan akşamki partiyle ilgili konuşuyordu. Anne ve babası da organizasyona büyük destek vermişlerdi. Neredeyse bütün arkadaşları da partiye katılıyordu. Seneye her birinin üniversiteye başka şehirlere, hatta bazılarının yurtdışına gitmesi sebebiyle son kez herkesin bir arada olacağı bir parti olacaktı. Bu yüzden sadece İrem değil herkes bu partiyi heyecanla bekliyordu.

İrem bütün günü annesinin deyişiyle aylaklanarak geçirdi. Akşamüzeri odasına girip parti hazırlıklarına başladığında saat yediye geliyordu. Saat sekiz olmuştu ama hala hazırlıkları bitmemişti. Saçı, makyajı, kıyafetleri her şey mükemmel olsun istiyordu ama bir türlü istediği mükemmelliği yakalayamıyordu. Kapının zili çalınca babasının eve geldiğini ve bir an önce hazır hale gelmesi gerektiğini düşündü. Doğum günü partisi şehrin dışına doğru eve uzak bir bölgedeydi ve buraya babası arabayla bırakacaktı. Dönüşte de babası almaya gelecekti. İlk kez gece 2 ye kadar dışarda kalmasına izin verilmişti. Ertesi gün babası çalışmadığından yine onu almaya kendi gelecekti. Parti sonrasında arkadaşlarının içkili olma olasılığına karşı onu eve getirmelerine izin vermemiş, gelip onu kendisinin alacağını söylemişti. İrem babasına taksiyle de gelebileceğini onun için uykusunu bölmemesini söylese de gece yarısı taksiye binmesini doğru bulmamış, kendisinin almasının daha güvenli olacağını söylemişti. İrem babasının onu hem özgür bırakmasına hem de çok yakından koruyup kollamasına alışmıştı üstelik bunun konforunu yaşamaktan da mutlu oluyordu. Babasının gerçekten hiç üşenmeden ve sıkılmadan gece yarısı 2 de gelip onu alacağını biliyordu. Çok şanslı olduğunu bir kez daha düşündü ve mutlu oldu.

Parti beklediklerinden de eğlenceli geçmişti. Kendi gibi arkadaşları da 18 yaşına ya yeni girmiş ya da birkaç ay içinde girecekti. Hepsi hayatlarında yeni bir dönemin başlayacağını bilmenin heyecan ve mutluluğuyla dopdolu bir şekilde doyasıya eğlendiler. Dans pistinden hiç inmeden ayaklarına kara sular inene kadar dans ettiler. Gece 2 gibi İrem’in telefonu çaldı babası gelmiş aşağıda onu bekliyordu. Doğum günü için gelen hediyeleri büyük bir torbaya koyup, arkadaşlarına tek tek sarılarak teşekkür etti. İçi içine sığmıyor önüne gelene sarılmak, teşekkür etmek istiyordu. Salondan çıkıp koşarak aşağıya indi kapıda duran babasına da sarıldı o mutlulukla. Hediyelerini gösterdi, eğlenmekten o kargaşada hiçbirini açmamıştı. Yarın sabah dinlenmiş bir şekilde yavaş yavaş açmak kendisine yazılmış notları teker teker okumak istiyordu. Babası her zamanki gibi kızının mutluluğuyla daha da mutlu oldu ve İrem’in alnına kocaman bir öpücük kondurdu.

Karanlık ve bomboş sokakta baba kız mutlulukla eve doğru yola çıktılar. Araba boş caddede hızla ilerlerken babası bir yandan da İrem’e aldığı 18 yaş hediyesini arabanın kaputundan çıkarmaya çalışıyordu. Yarın sabah hediyelerini açarken bunu da açarsın diyerek kızına kırmızı paket kağıdıyla kaplanmış hediye kutusunu uzattı. İrem kutuyu eline alıp babasına sevgiye bakmıştı ki o anda uzaktan kendilerine doğru gelen ışığı fark etti. Işık gittikçe büyüyordu, babasının İrem diye bağırdığını, çok büyük bir gürültü duyduğunu ve yuvarlandığını hatırlıyordu. Ambulans sesleri, ışıklar, bağırmalar hatırlıyordu. Sonrası kocaman karanlık bir boşluk ve ölüm sessizliği… O gece caddede ters yöne giren o tır arabalarına tam ortadan çarparak önce canı gibi sevdiği biricik babasını hayattan koparmış, kendisini de aylar süren soğuk ve karanlık bir uykuya mahkûm etmişti.

İrem’in başı çatlayacak gibi ağrıyordu, saatlerce koşmuş gibi yorgun ve bitkin olan vücudu beyni uyansa da sanki uyanmak istemiyordu. Odadan gözleri kıpırdıyor, eli hareket etti, sanki ses çıkarıyor gibi konuşmalar duymaya başladı. Ah bir enerjisini toplasa gözlerini açacaktı ama gözkapaklarını açmak halter kaldırmak gibi zorluyordu onu. Olmuyordu uyanamıyordu işte. Annesinin “İrem, annem aç gözlerini güzel kızım” sesi ile adeta vücuduna enerji pompalandı, annesinin sözünden hiç çıkmayan bir kız çocuğu olarak bu isteği yerine getirmek için enerjisinin son damlasına kadar zorladı kendini. Gözlerini araladığında annesi tepesinde dikilmiş ona bakıyordu. Bir an onu tanıyamadı, odayı tanıyamadı, şaşkın bir şekilde etrafa bakarken doktorlar ve hemşireler de başucuna gelmişti bile. Hemen İrem’in tansiyonuna baktılar onu detaylı muayene ettiler. Odadaki herkes uyandı diye birbirine sarılıyor, annesi mutluluktan ağlıyordu. İrem olayları anlamaya çalışıyordu. En son partiyi babasının onu almaya gelmesini ve arabaya bindiklerini hatırladı. Sonra birden yolda giderken üzerlerine hızla gelen ışıkları, babasının çığlığını ve o korkunç gürültüyü hatırladı. Etrafına bakınınca burasının bir hastane odası olduğunu anlamıştı. Annesine döndü ve neler oldu, babam nerede, o da başka bir odada mı yatıyor diye sordu. Annesi kızının başını okşayarak şimdi dinlenmene bak, sonra konuşuruz diyerek onu geçiştirdi ve sarılıp onu öptü.

İrem’in annesinin hayatta yaptığı en zor konuşmalardan biriydi. İrem’e o gece kaza sonrasında olanları olabildiğince soğukkanlı durmaya çalışarak anlattı. Çok kötü bir trafik kazası geçirmişlerdi. Kaza sonrasında babası ambulans geldiğinde maalesef ölmüştü, kendisini de koma halinde hastaneye getirmişlerdi. Yaklaşık iki aydır da uyutuyorlardı onu.  İlk bir hafta ölümle yaşam çizgisi arasında sık sık git gel yapmış ama yaşamı seçerek ölümün kıyısından annesine geri dönmüştü. Annesi bunları anlatırken aylardır ağlamaktan kurumuş olan gözlerinden sadece bir damla yaş geldi ve kızına sarılarak artık onun sağlığına odaklanacaklarını ve birlikte hayata yeniden tutunacaklarını söyledi. İrem şoka girmişti, bağırmak isyan etmek istiyordu ama annesinin ruh gibi solgun ve çökmüş yüzünü, gözlerindeki kederli bakışı görünce sadece sessizce ağlayabildi. Hayatının en güzel gecesi nasıl en acı gecesine dönüvermişti buna isyan ediyordu. Annesi odadan çıktığında ise bağıra bağıra yumruklarını yatağa vura vura hıçkırıklarla ağladı.

Saatler sonra annesi yanına geldiğinde ağlamaktan yorgun düşmüştü. Annesi konuyu dağıtmak ve onu yeniden hayata bağlamak için İrem’e üniversite sınav sonucu kağıdını uzattı. İstediği gibi Cerrahpaşa İngilizce Tıp fakültesini kazanmıştı.  Annesi onun iyileşeceğine olan inancıyla okula kaydını yaptırmıştı. İngilizcesi zaten iyiydi bu sene İngilizce eğitimine gidemese de sınavlara girerek seneye birinci sınıfa gidebilirdi. Annesinin bu üzüntülü günlerde okulu ile ilgili her şeyi düşünüp yapması İrem’i mutlu etti, annesine sarıldı ve ağlamaya başladı. Babası gibi doktor olacaktı ama babası bunu göremeyecekti.

Ertesi gün doktorlar muayene ederken annesine bakıp İrem’in hızla toparlandığını yakında hastaneden çıkabileceklerini, tedavisine evden devam edebileceğini söylediler. Annesinin aylardır duyduğu en güzel sözlerdi bunlar. Hastaneden kızıyla birlikte çıkacağı günlerin hayali onu hayata bağlamıştı bu iki ay boyunca. Evladını kaybedecek olmanın acısı eşinin ölüm acısını bile bastırmıştı sanki. İrem’e de bir şey olursa yaşayamayacağına karar vermişti zaten …

İrem’i tekerlekli sandalyesine bindirerek odadan çıkardılar. Annesi hastanenin kapısına taksi çağırmıştı. Doktorları kapıya kadar eşlik etti onlara. Her hafta fizik tedavi için hastaneye geleceklerdi, 2 ay içinde yürümeye başlayacaktı İrem. Bir yıl içinde de kaza sonrası vücudunda oluşan tüm hasarlar tamamen iyileşmiş olacaktı. Anne kız el ele hastaneden çıkarak kapıda bekleyen taksiye bindiler. Eve gidince onları bekleyen teyzesi, ananesi, komşuları kapıda karşıladılar. Amcası onu kucaklayarak taksiden indirdi ve odasına çıkardı. İrem bu yaşadıklarına hala inanamıyordu, gözleri hep babasını arıyordu, doktor babasının gelip ona sarılmasını ve her zaman olduğu gibi tedavilerini onun yapmasını istiyordu. Yatağına yatınca yeniden ağlama krizine girdi, uzunca bir süre ağladı ve ağlarken uyuya kaldı. Uyandığında odanın köşesinde parti gecesinde açmadığı kendisine verilen hediyelerin olduğu torba gözüne çarptı. Annesine seslendi ve torbayı yatağa getirmesini istedi. Gözleri hemen babasının o gece ona verdiği kırmızı hediye kutusunu aradı. Torbada yoktu, annesine kırmızı kutu var mıydı torbada diye sordu. Annesi babasının hediyesini aradığını anladı. Arabanın içinde bulup sonradan sigorta firması teslim etmişti. Anne kız birlikte kutuyu açtılar. Çok güzel bir altın kolye vardı içinde. Annesi babası birlikte seçmişlerdi hediyeyi canı gibi sevdikleri kızlarına. İrem’in hikayesini duyup çok beğendiği ve anne babasına heyecanla anlattığı Anka Kuşu figürü vardı kolyede. Annesi kızına sarıldı ve sen de Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğacaksın İrem’cim, seneye senin zamanın başlayacak dedi.

Aylar geçmişti, İrem’in fizik tedavisi iyi gidiyor hızla iyileşiyordu. Annesi bu güzel gelişmelere sevinmesine rağmen son günlerde hep üzüntülü ve dalgındı. Gizli gizli telefonda birileriyle görüşüyor, her telefon sonrası yüzü allak bullak bir şekilde odaya giriyor ve saatlerce konuşmadan duvara bakıyordu. Bazı gecelerde yatakta ağlama sesini duyuyordu İrem.

İrem’in annesi Suzan Hanım eşinin vefatından sonra hem eşinin ani kaybı hem de kızının sağlığı için aylarca yas tutmuş, İrem’in hastaneden çıkmasıyla hayat normale dönüyor derken bu sefer geçim sıkıntısı ile boğuşmaya başlamıştı. Eşi Ahmet Bey iyi kazanan bir doktordu son bir yıl hastaneden ayrılma kararı almış ve başka bir doktor arkadaşıyla ortak bir sağlık merkezi açmaya karar vermişti. Çok fazla birikimi yoktu, ailecek iyi standartlarda yaşıyorlardı, birikim yapamamıştı. Bu sebeple kendi payına düşen miktar kadar yüksek miktarda kredi çekmişti. Bankaya evi ve arabayı ipotek olarak göstermişti. Araba zaten kazada pert olmuştu, gelen para da İrem’in hastane masraflarına ve arabanın kalan son kredi taksitine gitmişti. Suzan hanım hiç geliri olmadığı için bu yüksek miktardaki krediyi ödeyemiyordu. Kenardaki paralarla, takılarıyla ancak iki ayını ödeyebilmişti. Evi satmak zorunda kalacaklardı. Üstelik Tıp Merkezi hala bitmemişti buradan hiç para gelmiyor ama ödenmemiş krediler sürekli birikiyordu. Babasının ortağı evin ipoteğini kaldırıp küçük bir miktar para vererek hisselerin tamamını almayı teklif etmişti. Suzan hanım hiç geliri olmadığından evini kaybetmemek için bu teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Gelen para da İrem’in tedavi masraflarına ve evin rutin giderlerine gidecekti zaten. Hiç aklına gelmeyeceği başına gelmişti, güzel bir evde oturuyordu ama hiç paraları yoktu. Üstelik İrem’in bir yıl boyunca devam edecek tedavisinin masrafları için de para gerekiyordu. Ailelerinin durumları orta hallice, kendi yağında kavrulan cinstendi, hatta çoğu zaman eşi onlara maddi destekte bulunurdu. Kimsenin onlara maddi destek verecek imkânı yoktu, zaten o da gururuna yedirip isteyemezdi. Evi satıp daha küçük bir eve geçmeleri, onun acilen iş bulup çalışması gerekiyordu. Çalışacaktı ama ne yapacaktı. Keşke ailesini ve eşini dinlemeyip yıllar önce sağlık ocağında çalışmaya başlasaydı diye düşündü yine. Eşi ben çalışıyorum senin çalışmana ihtiyaç yok diyordu ama böyle bir son hiçbir zaman düşünmemişlerdi. Eşi paraya en çok ihtiyaç duydukları adeta borç batağına gömüldükleri bir dönemde bu borcu daha yeni ödemeye başlamışken vefat etmişti. Ailenin tek gelir kaynağının eşinin çalıştığı sürece olması, onun yokluğunda hiç gelirlerinin olmaması gerçeğiyle acı bir şekilde yüzleşmişti. Tıp Fakültesinden mezun olalı nerdeyse 20 yıl olmuştu, bilgisi çok eskimişti, kendini bir doktor gibi hissetmiyordu. Zaten son yaşadıklarından sonra neşeli, kendine güvenen, enerji dolu Suzan Hanım gitmiş, yerine endişeli, hayattan bezmiş ve kendine acıyan bir insan gelmişti. Onu hayata bağlayan tek şey kızı ve sağlığıydı. Ama kızının mutluluğu ve sağlığı için kendini toplamalı bunun için de bir an önce çalışmaya başlamalıydı.

İrem sosyal medyadan arkadaşlarının üniversite hayatını görüyor içten içe onlar adına hem seviniyor hem de kendi yaşadıklarını düşünüp daha da üzülüyordu. Kazadan sonra bir iki yakın arkadaşı dışında kimseyle görüşmemişti. Zaten hastaneden çıktığında okullar açılmak üzereydi ve hepsi ev, yurt bakmak için şehri terk etmişlerdi. Çoğu geçmiş olsun mesajı atmış, bir iki tanesi telefon açmış, eve geçmiş olsuna gelmişti. Ama can dostları Azra ve Sude dışında kimse onunla yakından ilgilenmemiş, acısını gerçek anlamda paylaşmamıştı. Muhakkak hepsi üzülmüştü ama o kadar. Acının da hafiflemesi için paylaşılması gerektiğini genç yaşında öğrenmişti. 

Suzan hanım son bir aydır hummalı bir şekilde iş arayışlarına başlamış hatta iki üç firmayla da görüşme yapmıştı. Hastanelere doktorluk için başvurmuyordu ama sağlık sektöründeki firmalara satış danışmanı olarak başvuruda bulunmuştu. Diplomasının ve eşinden dolayı tıp çevresinin kendisine artı olabileceğini düşünmüştü. Görüşmeler iyi geçiyordu ama 45 yaşında hiç çalışmamış birini almayı tercih etmemişlerdi şimdiye kadar görüştükleri. Genç ve tecrübeli birini aradıklarını söyleyerek kibarca olumsuz geri dönüş yapıyorlardı. Kendisi hem genç değildi hem de tecrübeli. İş arayıp da bulamayan yeni mezunları hep duyardı ama onları hiç bu kadar iyi anlamamıştı. Arkadaş çevrelerinden de yeterli desteği görememişti. Yıllarca çalışmadığı için ona gıptayla bakan, çalışması için hiç onu uyarmayan arkadaşları şimdi görüşme yaptığı firmalar gibi hiç tecrübesi olmadığını, yaşının ilerlemiş olduğunu söyleyerek iş bulmada yardımcı olamadıklarını söylüyorlardı. Herkes “keşke” diye başlayan cümlelerle onu bir kez daha dibe vurmaktan başka bir şey yapmıyordu. Zaten kazadan sonra kendisinin de keşke demediği bir günü olmamıştı.

Suzan hanım bir akşam yorgun gözlerle İrem’e bakarken aklından geçenleri kızıyla paylaştı. İrem’in gelecek sene okumak için İstanbul’a gitmesi gerekecekti. Sınav zamanları amcası arabasıyla onları götürmüş bir iki gün İstanbul’da kalmışlardı ama seneye orada yaşaması gerekecekti. O da artık bu şehirde yaşamak istemiyordu. Evi satacak, İstanbul’da küçük bir ev alacak ve onunla birlikte İstanbul’da yaşayacaktı. Belki İstanbul’da iş bulması da daha kolay olurdu. İrem’in bu öneri çok hoşuna gitti. Babasının yokluğundan sonra annesinden uzaklaşmakta zor olacaktı. İkisi birlikte bu zor günleri daha kolay aşacaklardı.

Aylar İrem’in sağlığına kavuşması heyecanı ve İstanbul’a yerleşme telaşesi ile hızla geçiyordu. Suzan hanım iş bulmak için İstanbul firmalarını aramaya başlamıştı. Bu arada ilanlardan okula yakın bir yerden ev de bakıyorlardı. Ama İstanbul’daki evlerin fiyatı o kadar yüksekti ki ilk etapta iş bulana kadar yetecek parayı çıkardıktan sonra bu parayla düzgün bir ev bulmaları çok zordu. Uzun arayışlardan sonra eski küçük bir apartman dairesini buldular. İstanbul’a giderek evin tapu işlemlerini hallettiler. Ev küçük olduğu için taşınırken çoğu eşyalarını alamadılar ve bunları eşe dosta dağıtmak zorunda kaldılar.

İrem ve annesinin bu eski apartman dairesindeki yeni hayatı her ne kadar alıştıkları ev yaşamından farklı olsa da anne kız birlikte yeni bir hayata başlamanın heyecanı ve buruk bir mutluluğuyla hayata sıkı sıkı sarıldılar.

İrem’in okulunun açılmasına bir ay vardı bu sürede Suzan Hanım iş bulmak için elinden geleni yapıyordu. Bütün arkadaşlarını aramış, onlardan yardım istemiş, durumun önemini anlatmıştı. Artık burnundan kıl aldırmayan, gururundan kimseden bir şey istemeyen Suzan gitmiş, yerine tanıdığı tanımadığı herkesi arayarak iş bulmak konusunda mücadele eden, çalışma hırsıyla yanıp tutuşan bir Suzan gelmişti. İş görüşmelerinde maaş pazarlığı bile yapmaya başlamıştı.  Herkesin iş peşinde kıyasıya mücadele verdiği İstanbul’da o da mücadele vermeye ve bu mücadeleden zaferle çıkmaya kararlıydı.

İrem o sabah okula giderken annesine okulu başarıyla bitireceğine ve çok iyi bir doktor olacağına söz verdi. Okul bittiği gibi de mesleğini yapmaya başlayacak ve ömrü sağlığı yettiği kadar da çalışmaya devam edecekti. Bu süreçte kadınların çalışmasının, kendi ayakları üzerinde durmasının ne kadar önemli olduğunu yaşayarak anlamıştı.

İrem o gün eve geldiğinde annesinin çok mutlu olduğunu görür görmez anlamıştı. İlaç ve sağlık malzemeleri satan kurumsal bir firma annesini işe almıştı. Allahtan büyük firmalar kadınların çalışmasını desteklemek, iş hayatına katılmamış kadınlara destek vermek için sosyal sorumluluk kapsamında tecrübesiz ve yaşı ilerlemiş kadınları işe alıyorlardı. Üstelik iki aylık deneme süresinden sonra tıp mezunu olduğu için onu hemen yöneticilik programlarına dahil edeceklerdi. İrem annesi adına çok sevindi. Yıllar sonra hak ettiği kariyere kavuşacaktı. Sağlık firması olması sebebiyle annesi yeniden sağlık eğitimlerine katılacak ve orada doktor ünvanıyla görevine devam edecekti. Sağlık bilgilerini güncellemek, bu konuda yeniden eğitimler almak annesinin doktorluk özgüvenini kazanmasını sağlayacaktı. O gece anne kız bu mutlu haberi dışarıda güzel bir yemek yiyerek kutladılar.

Suzan hanım İstanbul’da kızı İrem’le ve yeni işiyle yeniden doğmuş gibiydi. İrem’in derslerini de yakından takip ediyor, onun kitaplarını akşamları okuyor sürekli kendini geliştirmeye çalışıyordu. Amatör ruhla başladığı işinde her geçen gün daha profesyonel oluyordu. Birlikte çalıştığı arkadaşlarının da doktor olarak ona saygı duyduğunu hissediyordu ve bu da onun gururunu okşuyordu.

Suzan hanım işinde büyük bir öğrenme aşkıyla hem satışını yaptıkları ilaçları, hastalıkları, tedavi yöntemlerini öğreniyor, doktorlarla birlikte sağlık kongrelerine katılarak her geçen gün kendini daha da geliştiriyordu. İrem’in ders kitaplarını zaten kendisine okuma kitabı yapmıştı. Anne kız sürekli evde ders konularını konuşuyor, İrem’in sınavlarına birlikte hazırlanıyorlardı. Kendisini doktor olarak hissetmeye başlamıştı ve bu duygu onun çok hoşuna gidiyordu. Kızıyla birlikte TUS sınavlarına hazırlanmaya bile başlamıştı.

İrem’in üniversiteyi bitireceği sene Suzan Hanım da doktor olarak zorunlu hizmetini yapmak için devlete başvuruda bulundu. Nasılsa İrem artık büyümüş ve doktorluk için staja başlamıştı. 51 yaşına gelmişti ama kendisini daha genç ve üretken hissediyordu. Kızı kendi kanatlarında uçabilir, o da kendini daha faydalı olacağına inandığı ve artık kendisini doktor gibi hissedebildiği mesleğine geri dönebilirdi.

Suzan hanımın aylardır beklediği haber gelmişti. Erzincan’ın bir köyündeki Sağlık Ocağı’na ataması çıkmıştı. Atamasının yapıldığını yazan kâğıdı heyecanla sallayarak ofistekilere gösterdi. Buradaki yöneticilik makamını ve oldukça konforlu sayılacak imkanlarını bırakarak doğuda bir köye doktor olarak gideceği için sevinmesine bir anlam veremediler hatta onu vazgeçirmek için birkaç cümle bile kurdular. Suzan hanım bunları duymadı bile hemen İrem’i arayarak bu güzel haberi onunla paylaştı. İrem’de annesi adına çok sevindi zaten o da önümüzdeki yıllarda zorunlu hizmeti için şehirden ayrılacaktı. Annesinin azmine, meslek aşkına ve millet aşkına bir kez daha hayran oldu. Artık doktor babasının yanı sıra doktor annesini de meslek hayatı boyunca örnek alacak ve onlara söz verdiği gibi şartlar koşullar ne olursa olsun ayakları üzerinde duran vatanı milleti için hayırlı bir doktor olacaktı. Derin bir iç çektikten sonra boynundaki Anka kuşlu kolyesine sevgiyle dokundu ve “Babacım annemle ben Anka kuşu gibi küllerimizden yeniden doğduk, bizi merak etme” dedi.